SU MUCİZESİ
SU MOLEKÜLÜNDEKİ MUCİZE
Evrende yaratılmış olan her molekül son derece hassas
dengelerle meydana gelmiş özel bir tasarımdır. Ancak bu tasarımlardan
belki de en önemlilerinden ve yaşamımız için en gereklilerinden biri
“su” molekülüdür. Su, dünya üzerinde yaşamın varlığını sağlayabilmek
için özel olarak meydana getirilmiş üstün bir yaratılış harikasıdır. Bu
gerçeği daha iyi görebilmek için su molekülünü yakından tanıyalım.
Yeryüzünde sıvı, katı ve gaz halinde olmak üzere oldukça
fazla miktarda su bulunmaktadır. Bu miktarın %97′si tuzludur. Dünyadaki
tatlı suyun %75′i ise kutuplarda katılaşır. Toplam suyun geriye kalan
%1′i içilebilir, ama bunun çoğu ulaşılamayan derinliklerdeki yer altı
sularıdır. Canlılığın ihtiyacını karşılayan su ise, göllerde ve
nehirlerde bulunan toplam suyun %0.05′idir. Bu az miktar bile
yeryüzündeki canlıların yaşaması için yeterlidir. . P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 23
Ancak ne ilginçtir ki, dünyadaki suların %97′sini
oluşturan tuzlu sular, yani tüm okyanus ve denizler, aslında insanın ve
diğer kara canlılarının yaşamına hizmet etmektedir. Çünkü tatlı suyun
insanlara taşınması, okyanus ve denizlerden buharlaşan suların
bulutlarda birikmesi ve sonra da yağmurla yeryüzüne dönmesi sayesinde
mümkün olmaktadır. Dünya yüzeyinin %70′inden fazlasını kaplayan okyanus
ve denizler, geriye kalan karaları sulayacak buharlaşmayı en ideal
değerlerde sağlamaktadır.
Karalar daha fazla olsa kurak bölgeler ve çöller çok
artardı. Karalar daha az olsaydı, bu kez de hem insanlara yaşam ve tarım
açısından yetersiz bir alan kalacak hem de bu alanlar aşırı derecede
yağmur alarak verimsizleşecekti. Dolayısıyla dünya üzerindeki kara-su
oranı, insan yaşamı için en ideal değerdedir. Allah, yeryüzünü insanın
yaşamı için en ideal şekilde var etmiş, Kendisi dilemese asla
ulaşamayacağımız temiz suyu bizlere vermiştir. Bu gerçek ayette şöyle
haber verilmiştir.
Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü?
Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer
dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi? (Vakıa
Suresi, 68-70)
Su, içinde ve çevresinde birçok canlı türünü barındırma
özelliğine sahiptir. En küçük bir su damlası bile içinde yüzlerce
mikroorganizmayı barındırabilir. Su aynı zamanda canlı bedeninin
“içindedir”. Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar %50 – %95 oranında sudan
oluşmaktadır.
Suyun sahip olduğu özellikler ve faydaları kadar,
meydana gelişi de son derece düşündürücüdür. Su, iki hidrojen atomu ve
bir oksijen atomunun birleşmesinden meydana gelir. Ama bu iki atomu su
molekülünü oluşturacak şekilde birleştirmek oldukça zordur. Hidrojen ve
oksijen atomlarını kontrollü bir ortamda veya bir tüpün içinde biraraya
getirdiğinizde bunların aniden bir su molekülüne dönüştüğünü
göremezsiniz. Yüzlerce yıl bekleseniz yine böyle bir sonuç ile
karşılaşamazsınız. Tüpün içinde su, ancak binlerce yıl sonra ve oldukça
az miktarda oluşabilir. Bu da ancak bir ihtimaldir.
Böylesine temel bir hayat kaynağını nasıl elde ederiz?
Bazı moleküllerin meydana gelebilmeleri veya değişim geçirebilmeleri
için yüksek bir enerji seviyesinin ve dolayısıyla da yüksek bir
sıcaklığın olması gerektiğinden daha önce bahsetmiştik. Su için de aynı
şey geçerlidir. Havada serbest halde dolaşan iki molekül olan Hidrojen
(H2) ve Oksijen gazının (O2) biraraya gelerek suyu oluşturabilmeleri
için çarpışmaları gerekmektedir. Çarpışma sırasında hidrojen ve oksijen
moleküllerini oluşturan bağlar zayıflar ve bu molekülleri oluşturan
atomlar yeni bir molekül olan suyu meydana getirmek üzere birleşirler.
Ancak söz konusu çarpışma ancak çok yüksek bir sıcaklıkta ve yüksek bir
enerji seviyesinde meydana gelmektedir. Şu anda yeryüzünde suyun
oluşumuna olanak sağlayacak kadar yüksek ısı yoktur. Dünyada var olan
su, dünyanın oluşumu sırasındaki yüksek sıcaklık sonucunda oluşan su
miktarıdır. Bu miktarda hiçbir zaman bir değişme olmaz.
SU MUCİZESİNİN KAYNAĞI: HİDROJEN BAĞLARI|
Hidrojen bağlarının etkisiyle su daima yüzeyden donmaya başlar. Bu sayede, buzun altındaki sayısız canlı için kışın bir barınak meydana gelmiş olur. Alt katmanlardaki su en fazla 40 C’ye kadar soğur. Allah’ın yarattığı bu özel denge vesilesiyle buzun altındaki su, canlıların kışın yaşamlarını devam ettirmelerini sağlar. |
Su, oda sıcaklığında sıvı haldedir. Normal şartlarda bu
ilginç bir durumdur, çünkü su küçük bir moleküldür ve amonyak veya metan
benzeri diğer küçük moleküllerde olduğu gibi bu molekülün de oda
sıcaklığında gaz olması beklenir. Suyun sıvılığı küçük hidrojen
atomlarından, bunları güçle çeken oksijen atomlarından ve dolayısıyla
iki su molekülü arasında oluşan hidrojen bağlarından kaynaklanmaktadır.
Bilindiği gibi su molekülünü kovalent bağlar oluşturur. Ancak meydana
gelen bu molekülü bir diğer su molekülüne bağlayan bağ, hidrojen
bağıdır. Daha önce de belirtildiği gibi hidrojen bağları son derece
zayıf bağlardır. Bir hidrojen bağının ömrü yaklaşık olarak saniyenin yüz
milyarda biri kadardır. Ancak bağın kırılması molekülü ortadan
kaldırmaz, çünkü bir bağ kırıldığında yerine hemen yeni bir bağ oluşur.
Bu yenilenmenin sonucunda su moleküllerinin birbirlerine yapışmaları
mümkün olmaz. Ama bunun bir sonucu olarak bu moleküller akışkan olurlar.
Sonuç olarak moleküller bağımsız hareket eden bir gaz yerine, hareketli
bir sıvı olarak biraraya kümelenirler. Suyun benzerlerinden farklı olan
bu yapısı, yaşam için temel unsurlardan bir tanesidir.
Su molekülleri arasındaki zayıf hidrojen bağlarının bir
diğer sonucu da, suyun sıvı ve katı hali arasındaki yoğunluk farkıdır.
Bilinen tüm maddelerde katılar sıvılardan daha yoğundurlar. Örneğin,
normal şartlarda eritilmiş demirin içine katı demir parçaları
attığınızda bu katı maddeler kesin olarak dibe çökecektir. Ama su için
bu geçerli değildir.
Suyun katı hali olan buzun yoğunluğu sudan daha azdır.
Su, buz haline dönüştüğünde hidrojen bağları nedeni ile buzu oluşturan
her bir molekül komşusunu sıkıca yakalar, ama buzu oluşturan bu
moleküller arasındaki uzaklık çok fazladır. Dolayısıyla bu molekülleri
oluşturan bağlar arasında boşluklar kalır. Katı haldeki suyun yapısı
işte bu nedenle sıvı durumuna göre daha fazla boşluk içerir ve bu
nedenle de daha az yoğundur. (P. W. Atkins, Molecules, A Division of
HPHLP New York, 1987, sf. 23-24) Bunun bir sonucu olarak, bir suyun içine buz attığınızda, buz suyun mutlaka yüzeyine çıkacaktır.
Suyun bu özellikleri canlılık için son derece önemlidir. Hidrojen
bağlarının bu etkisi ile su daima yüzeyinden başlayarak donar. Bu da,
kışın göl ve denizlerin üst katmanlarının buz tutmasına, su yüzeyinde
yüzlerce tonluk dev buzulların oluşmasına ve buz kütlesinin altında
suyun sıvı kalmasına neden olur. İşte suyun sadece yüzeyinin donmasının
önemi burada ortaya çıkar. Su içinde yaşayan binlerce canlı bu sayede
kışın da yaşamını devam ettirebilmektedir. Yüzeydeki buz aynı zamanda
bir koruyucudur. Buz kütleleri suyun alt katmanlarını izole ederek daha
fazla soğumasını da engellemiş olur. Alt katmanlardaki bu su kütlesi bu
sayede en fazla artı 4C’ye kadar soğur. Bu sıcaklık da deniz
canlılarının yaşamlarını sürdürebilmeleri için yeterli bir sıcaklıktır.
Bir başka deyişle karşımızda canlılar için meydana getirilmiş bir başka
özel tasarım bulunmaktadır. Eğer buzun yoğunluğu sudan daha fazla
olsaydı, sular dipten donmaya başlayacak, bir izolasyon olmadığı için
donma yüzeye doğru ilerleyecek, dünyadaki denizlerin önemli bir bölümü
buzdan ibaret hale gelecek ve böylelikle sudaki yaşam son bulacaktı.
SUYUN YÜZEY GERİLİMİ YAŞAMIN VAR OLMASI İÇİN ÖZEL AYARLANMŞTIR
Suyun bu özelliklerinin getirdiği bir başka sonuç daha
vardır. Örneğin hafif bir metali suya bıraktığınızda bunun dibe
çökmediğini, suyun üzerinde sabit olarak kaldığını görürsünüz. Bunun
yanında bazı böcekler de suyun yüzeyinde rahatlıkla
yürüyebilmektedirler. Metal sudan daha ağırdır, böceklerin bir kısmı da
öyle… (Bilim ve Teknik, Eylül 96, Sayı 346,
sf. 47 ) Peki suyun üzerinde durabilmeyi nasıl başarırlar? Bunun sebebi
yine bizleri suyun özel yaratılışına götürür. Su moleküllerini birbirine
bağlayan hidrojen bağları, “suyun yüzey gerilimini” meydana getirirler.
Bu gerilim, suyun yüzeyindeki moleküllerin birbirleri ile ve aynı
zamanda alttaki moleküllerle hidrojen bağları kurması ile oluşmaktadır.
Bir böceğin suyun dibine batabilmesi için bu hidrojen bağlarından bir
kısmını koparması gerekmektedir.
Gemileri su yüzeyinde tutan şey de aynı yüzey gerilimi
ve aynı zamanda suyun kendi iç direncidir. Eğer suyun bütün bu
özellikleri olmasaydı, şu an gemilerin varlığından eser olmazdı,
balıklar suyun içinde yaşayabilmek ve yüzebilmek için oldukça büyük bir
enerjiye ihtiyaç duyarlardı, hatta belki de suyun içinde şimdiki
çeşitlilikte yaşam olmazdı.
Her sıvının yüzey gerilimi farklıdır. Suyun yüzey gerilimi, bilinen diğer sıvıların hemen hepsinden daha yüksektir ve bunun çok önemli bazı biyolojik etkileri vardır. Bitkilerdeki etki, bunların başında gelir. Bitkilerin, hiçbir pompaları, kas sistemleri vs. olmadan, toprağın derinliklerindeki suyu metrelerce yukarı nasıl taşıdıklarını düşündünüz mü? Bu sorunun cevabı, yüzey gerilimidir. Bitkilerin köklerindeki ve damarlarındaki kanallar, suyun yüzey geriliminden yararlanacak şekilde tasarlanmışlardır. Yukarı doğru gidildikçe daralan bu kanallar, suyun yukarı doğru “tırmanmasına” neden olurlar.
Bu üstün tasarımı mümkün kılan şey, biraz önce belirttiğimiz gibi
suyun yüksek yüzey gerilimidir. Eğer suyun yüzey gerilimi diğer
sıvıların çoğu gibi düşük düzeyde olsa, geniş karasal bitkilerin
yaşaması fizyolojik olarak imkansız hale gelecektir. Elbette bitkilerin
olmadığı bir ortamda insanların varlığından bahsetmek de mümkün
değildir.Her sıvının yüzey gerilimi farklıdır. Suyun yüzey gerilimi, bilinen diğer sıvıların hemen hepsinden daha yüksektir ve bunun çok önemli bazı biyolojik etkileri vardır. Bitkilerdeki etki, bunların başında gelir. Bitkilerin, hiçbir pompaları, kas sistemleri vs. olmadan, toprağın derinliklerindeki suyu metrelerce yukarı nasıl taşıdıklarını düşündünüz mü? Bu sorunun cevabı, yüzey gerilimidir. Bitkilerin köklerindeki ve damarlarındaki kanallar, suyun yüzey geriliminden yararlanacak şekilde tasarlanmışlardır. Yukarı doğru gidildikçe daralan bu kanallar, suyun yukarı doğru “tırmanmasına” neden olurlar.
Yüksek yüzey geriliminin bir başka önemli etkisi ise, kayaların parçalanmasıdır. Su, yüksek yüzey gerilimi nedeniyle, kayaların içinde bulunan küçük çatlakların en derinliklerine kadar sızar. Daha sonra havalar soğur ve sular donar. Donup buza dönüşen su, olağanüstü bir etki gösterip genleştiği için, kayaları zorlar ve zamanla parçalar. Bu, kayaların içindeki minerallerin doğaya kazandırılması ve aynı zamanda toprak oluşumu açısından hayati bir öneme sahiptir.
Suyun, şimdiye kadar çok iyi bilmemize rağmen belki de hiç düşünmediğimiz bu özellikleri Allah’ın insanlara büyük bir lütfudur. Su, Allah dilediği için böyle bir özellik kazanır, gemiler Allah dilediği için suyun üzerinde yüzebilir, canlılar Allah dilediği için suyun içinde rahatlıkla yaşayabilirler. Allah bu gerçeği ayetinde belirtmiştir:
Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve Onun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre amade kılandır. Irmakları da sizin için emre amade kılandır. (İbrahim Suresi, 32)
Topraktan yeni çıkmış açık yeşil renkteki bir çim tanesinde de, boyu metrelere varan dev ağaçlarda da hakim olan sistem suyun mucizevi özellikleri ile yakından ilgilidir. Su, moleküler özelliği ve bağlanma şekli nedeni ile bitkinin köklerine girer ve bitkinin içindeki borular boyunca yukarı doğru uzanır. Bazen bu yükseliş onlarca metreyi bulur, bazen de onlarca dala ayrılır ve birbirinden farklı yerlere ulaşır.Başka hiçbir sıvının bu kadar kolay başaramadığı bu işlem, “suyun kılcal hareket edebilme” özelliğidir. (Bilim ve Teknik, Eylül 96, Sayı 346, sf. 47 ) Su aynı zamanda emilebilirlik özelliğine de sahiptir. Odun veya jelatin gibi maddelerle temas ettiğinde hemen onların içine nüfuz edebilir.Çimlenmeye başlayan tohumların su alarak şişmesi de suyun bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Eğer yeryüzünde su ve toprak altında tohum olmasına rağmen suyun emilebilirlik özelliği olmasaydı, yeşil dünyadan eser kalmayacaktı. Bitki örtüsünün olmaması ise, yeryüzünde tüm canlılığın yok olması anlamına gelirdi.
|
Su, hücre içindeki moleküllerin de rahatlıkla hareket edebilecekleri özel bir sıvıdır. Eritken olmasına rağmen, kemiklerimizdeki kalsiyum ve fosfatı çözemez. Bunun nedeni Allah’ın, kemiklerimizi oluşturan molekülleri, suyun eritici özelliğine karşı koruyacak şekilde özel bir biçimde biraraya getirmiş olmasıdır. Bu mükemmel tasarım sayesinde bedenimizdeki su bize zarar vermez. |
|
Hidrojen bağları ile oluşan hidrasyon tabakası, sodyum ve klor iyonlarının biraraya gelmesini engeller. Birleşemeyen bu iki molekül artık tuzu oluşturamazlar. |
Sudaki hidrojen bağlarının bu mucize moleküle sağladığı
faydalar bu kadarla da sınırlı değildir. Su, kendisini meydana getiren
bu zayıf bağlar nedeni ile sıcaklık değişikliklerine direnç gösterir.
Hava sıcaklığı aniden artsa bile suyun sıcaklığı yavaş yavaş artar. Hava
sıcaklığında ani bir düşüş olduğunda ise suyun sıcaklığı yine yavaş
yavaş düşer ve su hava kadar soğumaz. Bu fiziksel kural aslında bir
yaratılış harikasıdır. Eğer suyun böyle bir özelliği olmasaydı, suda
yaşayan canlılar şiddetli ve ani sıcaklık değişimlerine karşı
koyamayacak ve kısa sürede ölüp tükeneceklerdi. Dahası, bizler de bu
durumun etkisinde kalacak ve vücudumuzu meydana getiren %70 oranındaki
suyun sıcaklıktan hemen etkilenmesi sonucunda ya aniden donacak ya da
aniden ateşlenecektik.
Su aynı zamanda mükemmel bir eritkendir. Pek çok madde,
özellikle de şeker, su ile hidrojen bağları oluşturabildiği için suda
kolaylıkla eriyebilmektedir. Suda aynı zamanda tuz veya mineraller gibi
iyonik bağlarla biraraya gelmiş moleküller de rahatlıkla erir. Suyun bu
eritici özelliği vücudumuz için de son derece büyük bir öneme sahiptir.
Besinlerin hücreye taşınması için su, mükemmel bir ortamdır. Aynı
zamanda su, hücre içindeki moleküllerin de rahatlıkla hareket
edebilecekleri ideal bir sıvıdır. Su, sıvı olduğunda bütün bunları vücut
ısısında yapar. Ancak eritken özelliğine rağmen su kemiklerimizdeki
kalsiyum ve fosfatı çözemez, bu nedenle iskeletimiz kendi sıvımızda
çözünmez. (P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987,
sf. 309 Bu, kemiklerimizi oluşturan
moleküllerin yapısından kaynaklanmaktadır. Kemikleri oluşturan özel
moleküler yapı, suyun eritici özelliğine karşı koyacak şekilde biraraya
gelmiş ve özel bir biçimde bağlanmış atomlardan oluşmaktadır.
Burada dikkat etmemiz gereken önemli bir nokta vardır.
Tek bir hücrenin çoğalması ile meydana gelen bedenimiz içinde farklı
moleküller farklı şekillere girmiş ve bizlere farklı özellikler
kazandırmıştır. Acaba bu değişiklikler yaşanırken, moleküller nasıl
hücrede taşınacak molekülleri suya dayanıksız, kemiklerimizi ise
dayanıklı hale getirmeye karar vermiş olabilirler? Hücreler, besinlerin
suda erimeleri gerektiğini, kemiklerin ise sudan etkilenmemeleri
gerektiğini nereden bilebilirler? Bizi oluşturan ilk hücre, molekülleri
tanıyabilir mi, suyun eritkenlik seviyesini bilebilir mi, buna göre
önceden tedbir alarak bizim için en uygun metabolizmayı oluşturabilir
mi? Bütün bunları bir hücreden veya çok sayıda hücreden beklemek
kuşkusuz ki mantığa aykırıdır. Bunlar, Allah’ın üstün yaratmasıdır. Anne
karnında oluşmaya başlayan bir insanın sahip olduğu tüm özellikleri,
bedenini oluşturan tüm molekülleri Allah yaratmıştır ve Allah bunların
tümüne her an hakimdir. Ayette bu gerçek şöyle haber verilir:
Şüphesiz, yerde ve gökte Allah’a hiçbir şey
gizli kalmaz. Döl yataklarında size dilediği gibi suret veren O’dur.
O’ndan başka İlah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet
sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 5-6)
İnsanların, molekül seviyesine inerek evreni oluşturan
maddeleri araştırmaları sadece 20. yüzyılda mümkün olmuştur. Henüz
dünyanın oluşumu sırasında bizim için mükemmel bir ölçü ile belirlenmiş
ve tümüyle yaşamın oluşabilmesine uygun özelliklerle var edilmiş olan su
ise, bilim adamlarının, detaylı özelliklerini çok yakın bir zamanda
keşfettikleri bir mucizedir. Ancak Allah, suyu daha ilk insan veya ilk
canlı var olmadan önce, canlılar için en uygun özelliklerle donatarak
yaratmıştır. Sudaki tüm bu özelliklerin 2 hidrojen ve tek bir oksijen
atomunun özel bir dizayn ile biraraya gelmesi sonucunda oluşması; bu
üstün yaratılıştaki inceliği ve kusursuzluğu göstermektedir. Allah
ayetinde şöyle bildirir:
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece
ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde
yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden
sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları
estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip
çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara
Suresi, 164)
FAZLADAN EKLENEN TEK BİR OKSİJEN ATOMU SUYU ZEHİRLİ BİR MADDEYE DÖNÜŞTÜREBİLİR|
Suyu oluşturan atomlar, belirli sıcaklık ve enerji seviyelerinde bir başka oksijen atomuyla birleşirler. Molekül H2O2 formülündedir ve görünürde bu küçük bir değişikliktir. Ama aslında yeni eklenen bu atom, bize hayat veren, rahatlıkla içmek için kullanabildiğimiz suyu zehirli ve yıkıcı etkilere sahip olan hidrojen peroksite dönüştürmüştür. |
Hayatımızda bu kadar büyük bir önemi olan suyu oluşturan
atomlar belirli sıcaklık ve enerji seviyelerinde bir başka oksijen
atomuyla daha birleşirler. Bu birleşme sonucunda H2O formülü H2O2 haline
gelir. Görünürde bu küçük bir değişikliktir, ancak bu küçük değişiklik
bu molekülün kimyasal özelliklerini tümüyle değiştirmeye yeter.
Rahatlıkla içip kullanabildiğimiz, hayatımızın en önemli parçası olan
su, bünyesine bir oksijen atomu aldığında hidrojen peroksit haline
gelir. Bu değişim oldukça ilginçtir, çünkü bize fayda sağlayan su, bu
değişim ile birlikte tümüyle zararlı etkilere sahip olan bir maddeye
dönüşür. Peki yeni oluşan bu madde hangi özelliklere sahiptir?
Hidrojen peroksit güçlü bir oksitleyicidir, onunla temas
eden tüm canlı bileşikleri ya yok eder ya da onlara ciddi zararlar
verir. Zehirli etkisi nedeni ile havadaki sis ve kirliliğin oluşmasında
etkilidir. Aynı zamanda güçlü kimyasal etkisi nedeni ile bir
beyazlatıcıdır da. Siyah, kahve ve kumral renklerden sorumlu olan
melanin pigmentlerini ve diğer pigmentleri okside edip yok etmektedir.
Koyu renk saçların açık renge dönüştürülmesinde bu madde
kullanılmaktadır.( P. W. Atkins, Molecules, A Division of HPHLP New York, 1987, sf. 30)
Atomların biraraya gelerek çeşitli özelliklere sahip
moleküller meydana getirmeleri başlıbaşına çok üstün bir sanattır. Ancak
tek bir atomun, var olan bir molekülün niteliklerini tamamen
değiştirmesi, onu faydalı iken zararlı hale getirmesi, onu yaşam için
bir gereksinim iken zehirli bir maddeye dönüştürmesi önemli ve mucizevi
bir tasarım harikasıdır. Bunun anlamı şudur; Allah dilediği takdirde,
gözle görülmeyen tek bir atomu vesile ederek yepyeni sistemler, yepyeni
özellikler meydana getirmektedir. Su ve hidrojen peroksit arasında küçük
bir fark olmasına rağmen, oldukça büyük bir kimyasal farkın meydana
gelmesi, hiçbir şekilde taklidi yapılamayacak, bir benzeri
oluşturulamayacak özel bir yaratılışın hakim olduğunu göstermektedir. Bu
kusursuz tasarımın açıklaması, hiçbir şekilde tesadüfler olamaz. Çünkü
tek bir atom bile dengeleri değiştirmekte, moleküldeki küçücük bir
farklılık tüm nitelikleri değiştirmektedir. Böyle ince bir ayrım ancak
üstün bir iradenin kontrolünde olabilir ki bu irade alemlerin Rabbi olan
Allah’a aittir.